Barış Bıçakçı Sözleri
Gençlik sancılarının hayatı anlamsız kılan ani ölümlerle birleştiğinde neler olabileceğini ikimiz de seziyorduk. Çok şey konuşmak istiyor, konuşamıyorduk.
— Barış Bıçakçı
DiğerBarış BıçakçıSözleri
Halbuki sızıntı hep vardır,ip gibi, yaşadıklarımızdan, okuduğumuz kitaplardan, seyrettiğimiz filmlerden zihnimize akan bir şeyler hep vardır.
Halbuki yalnızca bedeniz ve bununla baş edemediğimiz için ruh diye bir şey icat etmişiz. Doğrusu parlak fikir.
Hareket etmezsen acı üzerinde birikir.
Hayat devam eder. Bazı çiçekler susuzluğa ve unutulmaya dayanır. Hayat her zaman devam eder, bunu herkes bilir.
Hayat tesadüflerle doludur ve o kadar doludur ki insan günün birinde kendi gençliğine tesadüf edebilir.
Hayat yine de kitapta durduğu gibi durmuyor.
Her şey bir şeyin etrafında hiç durmadan döner, insanın payına düşen sarhoşluktur.
İkinci mektubunu dersteyken yazmıştın: Dışarıda yağmur yağıyor, hoca kısmi türevi anlatıyor ve ben seni düşünüyorum.
İnandırıcı olmak için önce senin inanman gerekir.
İncecik bir gündüzsün sen, Salıyla çarşamba arası.
İnsan, evet, simyacıdır; kıymıkları, çizikleri, ufacık şeyleri soy bir kedere dönüştürmeyi başarmıştır. Evrenin muazzam boşluğu madde, anti-madde ve keder ile doludur...
İnsanlar sustuğunda gök bütün sırlarını dökmeye başlıyor; gündüzleri mızrak mızrak, geceleri yıldız yıldız.
Kadın erkek ilişkileriyle, özellikle de heyecanın yok olmaması konusuyla bütün bilimler el ele verip ilgilense yeridir bence.
Kitaplar bir bakıma başarılmış, tamamlanmış şeylerdir. Oysa hayat başarılamayan ve tamamlanmayan şeylerle doludur.
Kör biri görmeye başlayınca ne olur biliyor musun? Her gördüğüne inanır!
Kötü olduğumuzda en fazla susarız biz, birbirimize bakmayız. Karpuz yeriz.
Köylüler doğar yaşar ve ölür; şehirliler ise doğuyorlar, yaşıyorlar ve ölümden korkuyorlar.
Liman bazı kadınlar için erkek ismidir.
Mucize bekleyen herkes eninde sonunda fizik yasalarıyla yüzleşmek zorundadır.
Ne tuhaf dünya, şikayet edecek bir komşu beklerken kitap isteyen biri çalıyor kapıyı.
Okurken yere yakındım ama yine de uçar gibiydim.
Önce aşk vardır. Hatırlamak da, acı çekmek de, sevgilimize vereceğimiz çiçeğin fotosentezi de ondan sonra başlar.
Saatler sürdüğü olur bir satranç maçının; ama yine de ölümden, terk edilişten daha kısa sürer; hele bir de rakibin tuzaklarına bilerek düşerseniz.
Şiir çaredir bir bakıma ölüme. Özellikle de son dize ve her şeye çengel atan kafiye.
Tanrı varsa onu tesadüflerde aramak gerekir.
Yalnızlık su gibidir, içinde durduğu insanın şeklini alır.
Yaşamak aslında birbirinden kopuk yaşantılar arasında bağlantılar kurmaktır. Bir hatırayı diğerine bir fotoğraf albümü değil yaşayan bir insan bağlar.
Yere çakılana kadar kanatlarımın olduğuna inanacağım.
Aforizma... Hani şu kahvaltıda ekmeğin üzerine sürdüğümüz beyaz ve kıvamlı şey. Sizi beslemez ama tok tutar.
Ah şu önlerinden sarkan şeyi varlıklarının muskası sananlar.
Aşık olmak böyle bir şey miydi? Dinlediğin hikayelerin kahramanlarıyla özdeşleşmek miydi?
Aşk başta anlam olmak üzere pek çok şeyi karşısına alır. Huzuru örneğin, kararlılığı ve dengeyi. Kendine kendine sözler verirsin. Boşunadır.
Aşk bir gösteri sanatıdır. Taklitle öğrenilir.
Bana ikimiz aynı insanmışız gibi baktı. Ben onun devamıymışım gibi...
Bana, insan yalnızca kendini anlayabilirmiş gibi geliyor. O da zaman zaman.
Başka türlü nefes alınmaz. Başka türlü yaşanmaz. Başka türlü aşk olmaz. Yaptıklarımızı olumlayan yasalar buluyoruz; sanırım aklımız böyle işliyor: Buyurgan iç huzurumuzun boynu bükük kölesi olarak.
Ben doğru dürüst konuşamadığım, konuşmaktan tat alamadığım birine aşık olamam.
benden okumak için kitap önermemi isteyenlerin kalbimi de istediklerini sanıyordum; hâlâ öyle!
Bilirim, ulaşamamak seni alt üst etmez, sen ulaştığın şeyi kaybedersen dağılırsın.
Bir armağan, bir mucize olduğu söylenen şu hayatın saçma sapan bir şekilde bitebileceğinden korktum hep. İçimde böyle bir korku varken de hayatın tam da bu şekilde, yani saçma sapan bir şekilde sürdüğünü anlamadım. Asıl bundan korkman gerektiğini anlamadım.
Bir de bakmışsınız, seviyorsunuz. Biri çıkar karşınıza, balkon yıkamanın çok güzel bir şey olduğunu söyler, seversiniz.
Bir insanı anlamak için onu sevmek gerekir. Peki ama sevmek için ne gerekir? İşte tam bu noktada nedensizliğin arsız kuşları üzerinize pisler. Ciddiyim, bir de bakmışsınız, seviyorsunuz. Biri çıkar karşınıza, balkon yıkamanın çok güzel bir şey olduğunu söyler, seversiniz.
Bu dünyada hiçbir şey göründüğü hatta yaşandığı gibi değil, her şey hatırlandığı gibi.
Bütün sevgili anların, geçmişindeki bütün güzel yaşantıların bir gün geri döneceğine inandırmıştı kendisini. Yoksa, yani bu doğru değilse, yaşamanın anlamı ne?
Bütün sıkı ilişkiler bir azınlıktır çünkü. Sırtlarını 'dışarıya' bir güzel dönmüş iki insanın oluşturduğu azınlık.
En büyük ahlaksızlık, demiştim kendi kendime, bir aşkı yaşamamaktır. Hayatı mümkün olan en geniş haliyle yaşamak gerekir.
Ev kuşuyduk biz. Radyo dinlerdik, çay içip bisküvi yerdik, bu da yetmezdi bisküvimizi çaya batırırdık. Gülüşümüzün bütün dişleri tamamdı da gençliğimizin üç dişi eksikti.
Evrendeki en bol elementin, hidrojen ile helyumun, aynı zamanda en hafif iki element olması her şeyi açıklıyor zaten. Böyle hafif bir evrende anlam ne arasın? Anlam ağırdır... Dibe çöker. Falcılar bu nedenle kahvenin telvesine bakarlar.
Galiba geçmişe bakmak geleceğe bakmaktan daha heyecanlı.
Gençlik sancılarının hayatı anlamsız kılan ani ölümlerle birleştiğinde neler olabileceğini ikimiz de seziyorduk. Çok şey konuşmak istiyor, konuşamıyorduk.