Ferit Edgü Sözleri
Ölmesin bebeler, ölmesin bebeler, ölmesin bebeler. Koru onları Tanrım!
— Ferit Edgü
DiğerFerit EdgüSözleri
Ortak dilin, ortak sözcükler demek olmadığını biliyordum.
Öyle anların var ki, sanki dünyada hiçbir şey yok. Sanki kendin bile yoksun. Nasıl başarıyorsun bunu?
Sanılanın tersine, güçlülerden çok güçsüzler uzun, engebeli yolları aşıp kurtarırlar kendilerini. Bu nedenle severim böcekleri.
Sen hep böylesindir. Düşünde düşünür, uyanıkken düşlersin.
Sen, benden ben, senden olduğum halde, garip, yüzyıllar boyu hiç öğrenememişiz birbirimizin dilini.
Sevgilisini boş yere bekleyen bir erkek için gece bitmek bilmez; gündüzleri çalışan işçi için bir gün kısa bir süre değildir; sert bir ananın kolları arasında yaşayan genç bir kız için bir yıl yüzyıl gibidir; isteklerimi, umutlarımı geciktiren her an bana dayanılmaz bir uzunlukta gelir.
Soru: Kaç türlü yolculuk vardır? Cevap: Kaç yolcu varsa o kadar.
Tanrı herkesi kör, topal kambur yapmadığı gibi, şair ve yazar da yapmıyordu.
Toplam, 50 sözcük. Diyelim ki bir bu kadar da bilip anımsamadıkları var, demek 100 sözcük. Yeter de artar bile insan olana!
Umutsuzluk insanı her yere götürür.
Yalnızdım. İçimde büyüyen boşluğun içinde yalnızdım.
Yaşamaktan yorulanları sev.
Yolcu, bir gün yolunu yitirirsen, artık eski yolunu bulmaya çalışma, yeni bir yol ara kendine.
Arada bir insanın kendini bir başkasının yerine koyması gerek. Ve belli bir sürenin geçmesi. Olayları değerlendirebilmek için. Nesnel olabilmek için.
Bazı gerçeklerin, bazı gerçekleri unutturduğunu gördüm burda.
Bence yaşam, her geçtiğimiz gün, anlamını değiştiriyor.
Bir gün gelir, yaşamı karşınıza alır, onunla söyleşmeye başlarsınız. Bunun yaşı yoktur.
Buralarda kimse kimseyi aramaz. Arasa da bulamaz. Bulduğunda da, burada öldü ve gömüldü, deriz. Fazla sorgu sual edilmez.
Cahilde eksik olan akıl değildir (o kurnazdır) eksik olan ahlaktır...
Çok şükür görmüyor gözlerim. Ya kör olmayıp da göremiyor olsaydım.
Gerçek sorular, karşılıkları olmayan, belki karşılıkları beklenmeyen sorular değil midir? Yani insanın kendi kendine sorduğu sorular.
Geriye dönmek kolay, ileri gitmek zordur.
Gördüğünüz gibi, övünerek değil, yerinerek söylüyorum. Çünkü korkularım, fobilerim olsaydı, belki ben de büyük bir yazar olurdum.
Hadi yavrularım, ağaçları incitmeden birkaç kuru dal keselim...
Hava ağırdı. Eriyen bir kurşun. Buharını ben soluyordum. Kesik soluyuşumla.
Hiç kuşkusuz,düş gerçeğin ta kendisidir.
Hiçbir şeyden habersiz olarak yaşıyoruz ve sonra da sokak ortasında ölüyoruz ya da öldürülüyoruz.
İnsan kendi kendine verdiği, başkalarının kulağına da fısıldamadığı bir sözü, n'olursa olsun tutmak zorunda mıdır?
İnsanoğlu kendine yetmesini bilseydi, önemli bir sorunun çözümlemiş olurdu.
İşkence etme diye tekrarlıyor Birinci Ses. Sorularınla, susmalarınla, bakışlarınla işkence etme. Konuş. Anlat. Düşle. Ama işkence etme.
Kapıyı açıp çıktım. Çıktıktan sonra da dönüp kapamadım kapıyı. Açtığım kapıyı bir kez de başkaları kapasın, dedim içimden.
Kendime dedim ki: Yenilme kendine. Yenilme soğuğa ya da sözcüklere.
Kimi yerde, kendi sesini bile yadsıması gerekebilir insanın. Dayanası kalmadığı kendi sesini.
Kitapları da dostlarını seçer gibi seçmeli kişi, öyle değil mi? Ben öyle yaparım.
Korku ölümün yarısıdır.
Mutluluk soruların bittiği yerde başlıyor olmalı. Öyle mi?
Ne yazık ki artık insanlarla ilgilenen, acı çekmesini bilen samimi yazarlar pek yok günümüzde.
Nereye gideceğini bilmeyen ne kadar yürürse yürüsün hiçbir yere varamaz.
Ölmesin bebeler, ölmesin bebeler, ölmesin bebeler. Koru onları Tanrım!