Sait Faik Abasıyanık Sözleri
Ama artık benim sana kadar yetiştirecek ne sesim, ne halim kalmıştı.
— Sait Faik Abasıyanık
DiğerSait Faik AbasıyanıkSözleri
Aşkın bir çok rengi vardır. Mavi, koyu mavi, kapalı mavi, açık mavi, deniz mavisi, havuz mavisi, okyanus mavisi, gökyüzü mavisi. Sen yeter ki iste! Hadi gülümse, bulutlar gitsin!
Aşkın bir kanadı vardır kırmızıdır, delinir, kan akar. Bir kanadı var, zehir yeşili.
Ben bayrakları değil insanları seviyorum.
Ben görmeden severim bahçeleri, insanları, evleri.
Ben hikayeciyim diye sizden ayrı şeyler düşünecek değilim. Sizin düşündüklerinizden başka bir şey de düşünemem. O halde bu adamın hikayesi ne olabilir? Sakın benden büyük vakalar beklemeyin, n'olur?
Ben, iskambil oynarken, yanımda birisi durursa pek memnun olurum, o zaman oyunu da iyi oynarım. Yalnız başına olan insan kadar büyük adam yoktur ama insanlarla beraber olan insan hakiki kıymetini ölçer, biçer.
Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey.
Edebi eserler, insanı yeni ve mesut, başka iyi ve güzel bir dünyaya götürmeye yardım etmiyorlarsa neye yarar?
Eğer doğduğun zaman Havra kapısına bırakırlarsa Yahudi olursun, cami kapısına bırakırlarsa Müslüman, kilise kapısına bırakırlarsa Hristiyan olursun.
Güldüğü zaman insandan üstündür. Bakmaya doyamam.
Haksızlıkların olmadığı bir dünya. İnsanların hepsinin mesut olduğu, hiç olmazsa iş bulduğu, doyduğu bir dünya. Hırsızlıkların, başkalarının hakkına tecavüz etmelerin bol bol bulunmadığı. Pardon efendim! Bol bol bulunmadığı ne demek? Hiç bulunmadığı bir dünya.
İçim ona nehirlerin denize aktığı gibi akıyordu.
İçimde muhakkak bir yer paramparça olmuştu ki, ağlayamıyordum.
Kadın raksederken güzeldir, Bayrak dalgalandıkça, Deniz köpürdüğü zaman, İnsan ihtirasla yaşarken.
Ne kadar üstü başı düzgünler, suratı ciddiler, hali azametliler içinde kalmışım ki bir türlü hikayeme yanaşamıyorum.
Ölüm var arkadaş, ölüm. Şu köşkün sahibi de ölecek. Şu horoz da.
Önümüzdeki hayat. Her gün bir başka uykuya yatıp bir başka rüya göreceğiz. Halbuki zaman, ağır ağır bizimle beraber akan nehir, bir göle varıyordu. Bu gölde artık biz akmıyor, dalgalanıyorduk. Yahut bana öyle geliyordu.
Sabahleyin uyanır uyanmaz aklımdaydın. Güldüm. Kalktım. Bunu anlatmaya sana geldim. Ne dersin?
Seyahatler çekiyor içim.
Sonra oturup hüngür hüngür ağlasam. Boş geçirdiğim, bağırmadığım, sustuğum günlere.
Şu karşıki sandalı görüyor musun? Bakın sahile yaklaşıyor. Onu yürüten şey nedir? Kürekleri değil mi? Ya şu uçan martılar! Kanatları yolunsa artık uçabilir mi? Düşünce de böyledir. Dört duvar arasına kapatılmak istenirse kanatsız kuş, küreksiz sandal oluverir ve bütün manasını kaybeder.
Ve denize bir dakika durup bakmaya vakitleri olmadığını söyleyen bu insanlar ne zevksiz mahluklardı.
Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.
Yeniden doğulmaz. Doğsan bile ne olacak? Seni iki senede, iki sene de değil, iki günde aynı insan ederiz. Aynı kendini düşünen, aynı haris, aynı kıskanç, aynı kötü huylu, aynı sarhoş, aynı budala oluverirsin.
Ah bu insan yüzleri. Her şeyimizi bağladığımız, durmadan yanıldığımız.
Ama artık benim sana kadar yetiştirecek ne sesim, ne halim kalmıştı.